Geçtiğimiz pazar günü gerçekleştirilen 31 Mart 2024 yerel seçimi, sürpriz sonuçlarıyla Türk siyasi hayatındaki yerini almış gözüküyor. Henüz bir arada yapılan genel seçim ve cumhurbaşkanlığı seçimi üzerinden bir yıl geçmemesine rağmen Adalet ve Kalkınma Partisi’nin uzun yıllardır yönettiği pek çok belediyeyi ve birkaç il dışında Türkiye’nin bütün illerinde ciddi oranda oy kaybetmesi genel bir şaşkınlığa da sebep olmuştur. Çünkü bu seçime 14 Mayıs 2023 tarihindeki seçimin oluşturduğu bir havayla girilmiştir. Oylarında ciddi bir artış yaşayan Cumhuriyet Halk Partisi için de seçim sonuçlarının sürpriz olduğu söylenebilir.
1960’lı ve 1970’li yıllarda yapılan yerel seçimlerde bazı yerel etkiler olsa da genel seçimlerde oluşan tabloya benzer sonuçlar ortaya çıkmıştır. Ancak siyasi tarihimizde bazı yerel seçimler, siyasi yapının değişimiyle ilgili işaretler de vermiştir. Bu konuda özellikle 1989 ve 1994 yerel seçimleri iki kritik seçim olarak dikkat çeker. 1989 seçimi, ANAP’ın iktidardan uzaklaşmasına ve 1990’lı yıllarda küçülmesine ve 2000’lerin başında siyaset sahnesinden silinmesine doğru giden süreçte önemli bir kırılma noktasıdır. 12 Eylül sonrasında kapatılan Cumhuriyet Halk Partisi’nin mirasçısı olarak kabul edilen Sosyal Demokrat Halkçı Parti, 1989 yerel seçiminde büyük başarı elde etmesine rağmen yerel yönetimlerdeki başarısızlığının bedelini 1991’deki genel ve 1994’teki yerel seçimlerde çok ağır bir şekilde ödemiştir. SHP, eline geçen büyük fırsatı değerlendirememiştir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçildiği 1994 yerel seçimi, Refah Partisi’nin büyük başarısıyla sonuçlanmış ve yakın dönem siyasetinin önemli bir dönüm noktası olmuştur. Millî Görüş Hareketinin 1990’lardaki yükselişinde ve AK Parti’nin 2000’li yıllardaki başarısında 1994’teki yerel seçim başarısı merkezi bir yerdedir.
31 Mart akşamı seçim sonuçları açıklanmaya başladıktan ve genel tablo oluştuktan sonra televizyonlarda ve sosyal medyada 1989 seçimine atıfta bulunanlar olmuştur. “Bu seçim 1989 seçimine mi benziyor?” ve “AK Parti’yi Anavatan Partisi’nin akıbeti mi bekliyor?” şeklinde ifade edilebilecek sorular dile getirilmiştir. Elbette bugünle kıyaslandığında 1989 Türkiye’sinin toplumsal ve siyasal yapısında bazı önemli farklar bulunmaktadır. O yıllarda Türkiye’de bürokrasi ile sivil siyaset arasındaki ilişki, bugünkünden çok farklıydı. Ayrıca Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan, Alparslan Türkeş gibi eski ve usta siyasetçilerin aktörleri olduğu bir güncel siyaset ortamı vardı. Ancak 1989’daki seçim sonuçlarının en önemli sebeplerinin başında ekonomi, özellikle de enflasyonun bir türlü düşürülememesi gösterilmişti. Ekonomik darboğaz, enflasyon ve emeklilerin alım gücünün düşüşü gibi sorunlar bu seçimle 1989 seçimi arasında benzerlikler kurulmasına yol açmıştır.
31 Mart seçiminin sonuçlarına göre AK Parti’nin 1989’daki ANAP ile aynı durumda olduğu tam olarak söylenemez. Bu tespite bağlı olarak 1989’daki SHP’nin de bugünkü CHP olduğu söylenemez. Öncelikle ANAP’ın kaybettiği oy ve belediye sayısı AK Parti ile kıyaslanamayacak şekilde fazladır. Nüfusunun büyük çoğunluğu büyükşehirlerde yaşayan bir toplumun iki kutbu temsil eden iki güçlü partiye yönelmesi, uzun süredir takip edilebilen bir durumdur. CHP’nin özellikle büyükşehirlerdeki başarısında bir güç kutbu olarak DEM Parti, İyi Parti seçmenleri başta olmak üzere AK Parti muhalifi seçmeni çeken etkisi göz ardı edilmemelidir.
1980’li ve 1990’lı yıllarda seçmen için güçlü parti alternatifleri oldukça fazlaydı. Bu seçimde de AK Parti’ye tepki için oyların Yeniden Refah Partisi’ne yönelmesi ihtimali seçim öncesinde çokça dile getirilmiştir. YRP’nin aldığı oyların bazı il ve ilçelerde seçim sonuçlarını değiştiren etkileri olmuştur. İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Antalya, Adana gibi büyükşehirlerde bu etki çok büyük değilse de YRP, seçimden başarıyla çıkmıştır. Birbirine yakın toplumsal tabanlara hitap eden Saadet Partisi, Deva Partisi ve Gelecek Partisi’nin muhafazakâr seçmenler tarafından YRP’den farklı kabul edildikleri ve AK Parti için alternatif olamadıkları görülmüştür. Tarihsel ve toplumsal gerçekliğin bir hafızaya sahip olduğu ve bu hafızanın siyasal konumlara ve bu konumlara bağlı mesafelere kaynaklık ettiği bir kez daha tecrübe edilmiştir. AK Parti’ye sempati duymasına rağmen başka bir partiye oy veren ya da sandığa gitmeyen seçmenlerin kendi tarihsel ve siyasal gerçekliğine aykırı davrananları da ayrıca görmezden geldiğini söylemek mümkündür. CHP, büyükşehirlerde nasıl bir güç kutbu olarak farklı toplumsal kesimlerden oy alabildiyse, bu işin asıl ustası olarak Türk siyasi tarihini değiştiren AK Parti, güçlü bir kutup olsa da çekici etkisini sürdürememiştir. Her şeye rağmen seçmenlerin genel ve yerel seçimleri ayırt ederek hareket ettikleri de göz önünde bulundurulmalıdır.
2011 ve 2015 seçimlerinde herhangi bir ittifaka dahil olmadan yüzde 50’ye yakın oy almayı başaran AK Parti’nin son seçimde oy kaybı yaşaması, kendi siyasal tabanında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile AK Parti arasında bir ayrımın yapıldığı şeklinde de yorumlanabilir. AK Parti’nin oy oranı genel seçimlerde de bir düşme eğilimi göstermiştir. Hatta 2023 genel seçiminde 2002’de iktidar olduğu yüzde 35 seviyesine tekrar gelmiştir. Ancak 2014, 2018 ve 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Recep Tayyip Erdoğan oylarını korumuş ve partisinden daha fazla oy almayı başarmıştır. Bu nedenle AK Parti’ye verilen tepki, yerel seçimlerdeki güç dengelerini değiştirmiş ve partinin yerel siyasetteki hakimiyetinin azalmasına yol açmıştır.
Siyasal partilerin seçimde yaşanan şoku tahlil etmeleri kendi gelecekleri için gereklidir. Siyasette şoklar da farklı dozlarda tecrübe edilebilir. 1999’da Demokratik Sol Parti’nin yüzde 22 oyla Türkiye’nin birinci partisi olmasından sonra 2002’de yüzde 1 oy alması hatırlanabilir. Siyaset farklı etkenlere göre çok yönlü etkilere ve dalgalanmalara daima açıktır. Ayrıca siyaset, geleceğe yönelmek durumundadır. “Artık siyasi hayatı bitti.” denilen pek çok siyasetçi, daha sonra seçmenler için yeniden alternatif haline gelebilmiştir. Ancak burada bazı işaretlerin doğrudan tarihsel ve toplumsal gerçekliğe uygun ve sağlıklı bir şekilde yorumlanması hayati önem taşımaktadır…